Ben de bırakacağım kabrine, kanımdan damla damla akan karanfilleri…



Hüzün ve Sevinç gözyaşlarımla birlikte içimde biriktirdiğim bütün kelimeleri kullanarak yazıyorum sana, sonbaharın bu soğuk gecesinde.



Henüz kurumamışken ardından döktüğüm avuç avuç gözyaşlarım, bir yenisini daha ekliyorum sana dair, sızım sızım, usul usul avuçlarıma…



Rüzgar dehşet kurarken yarı gecede, irkilerek uyandım uykudan ansızın. Kalbine saplanan hançerin acısını hissederek ta yüreğimin içinde, uyandım gecenin bu dehşet saatinde irkilerek uykudan…

Katran dökseydim eğer kararmazdı bugün kadar ve kapılsaydım şehadetin rüzgarına, kalmazdım böyle naçar…



Geceleri kıldığın teheccüd namazları geliyor aklıma, yalvarışlarını, yakarışlarını, hıçkırıklarını hissediyorum beynimin hücrelerinde. Odanın soğukluğuna yüz tutmuş duvarların arasında seni düşlüyorum sessiz sessiz canım Hocam…



Gecenin koyu karanlığında, dualar okuyarak çıkıyorum evden. Bir yağmurlu sonbahar sabahının serinliği üşütüyor bedenimi. Yürüyorum yürüdüğün ıslak caddelerde, her yerim sırılsıklam ve elimde bir Karanfil, seni arıyorum nefes nefese. Ama yoksun işte bulamıyorum, gücüm tükeniyor, oturuyorum bir kaldırıma, ağlıyorum ağlıyorum sessizce…



Seher vakti çoğalıyor hasretin yorgun gözümde nedense, serçelerin duaya durduğu zaman, sızım sızım sızlıyor yüreğim, insanlar uykuya daldığı zaman…



Ahh bir haykırsam çağrımı yüce dağlara, bir seslensem sesimi sokaklara ve bir ümit ile yalvarsam Allah’a, gelirmisin hocam bir seher vakti yanıma? Söyle hocam gelirmisin?...



Ahh hocam ahh… Kan rengine mi boyanacaktı sakalın? Yetim mi kalacaktı evlatların? Kahpe bir el mi hançerleyecekti seni? Kör bir bıçak mı ayıracaktı seni aramızdan? Hüseyin’i şehid eden Yezid seninde mi kanını akıtacaktı? Seni de mi vuracaktı zalim eller haince? Şehadetle de mi süsleyecektin ölümün güzelliğini? Kavlimiz, kavlimiz böylemiydi hocam?...



Arıyorum sahipsiz kalan bu camide seni, sesin hala duruyor boş bıraktığın mihrapta. İşte, karşımda içimi ısıtan tebessümün, bağdaş kurup oturduğun minder ve kıldığın son namaz hala gözlerimde…



Gözlerin, gözlerimde hocam. Yıldızlar kadar parıldayan gözlerin gözlerimde. Kaybolan ne varsa yarına dair gözlerinde bulurum, gözlerini bulurum, gözlerinde olurum… Kirpiklerimin arasından süzülen her inci tanesi gözlerinin eseri, şimdi nerde gözlerin hocam, benden uzakta, gözlerim gözlerinin esiri…



Derviş gibi sallanıyor selviler, sular seni çağlıyor, kuşlar seni ötüyor. Bağrında bir Şehidi ağırlayan kabristan sevinç çığlıkları atıyor. Bilmem hangi vefalı eller bırakmış, iki karanfil var kabrinin üstünde, kan kırmızı…



Bende, bende bırakacağım kabrine kanımdan damla damla akan Karanfilleri…



“Aşk, bedel ister” diyordun, bedelini ödedin.

“Aşk, yürek ister” diyordun, yüreğini verdin.

“Aşk, can ister” diyordun, canını verdin.



Söyle Ey Şehadetin kanlı çiçeği, şimdi hangi acıyı dindireyim, hangi ızdıraba gem vurayım, hangi bir sözle kendimi avutayım. Söylesene hocam, can hocam, canım hocam…



Ey Şehadet çınarının mazlum dalı! Ey ümmetin mahzun yürekli yiğidi! Böyle habersiz, böyle sessiz sedasız, böyle yalnız başına gitmek var mıydı? Gel haydi ne olur?...



Aldırmıyorum artık mermilere, hançerlere, kahpelere… Kan beynime çıkıyor gecenin her vakti, sokaklara çıkıp bağırmak istiyorum, haykırmak istiyorum insan yığınlarına “ Görün insanlar görün nasıl Şehid olunduğunu, görün sözlerinde duranların ve sonrakilerinin nasıl sözlerinde durduklarını”…



Bir daha yüzünü görememenin hüznü var yaşlı gözlerde, cennete gülümseyen bakışlarını ayırma benden, “masumiyetinin erdemidir şerefsizlerin gözünü döndüren, masumiyetinin erdemidir şerefsizlerin gözünü döndüren”…



İtirafın itlerle dalaştığı, kuzunun kurt ile dolaştığı, ağıtların gökyüzüne ulaştığı zamanlardan geçtin sen, imtihanın en çetinini yaşadın, belki hiç yüzün gülmedi senin, ama Şehadetin bedeli ağırdır bunu iyi biliyordun. “İnsanlık şahid olsun ki, mükafâtını alacaksın hocam, İnsanlık şahid olsun ki, mükafâtını alacaksın inşaAllah”…



Canhıraş yazılar can yakar mı? Bilmiyorum hocam, ama senin ‘can’ın yanmış, bizim ‘can’ımız yanmış, varsın birazda ellerin ‘can’ı yansın…



Artık şehadete bir tutkuyla bakıyor gözlerim ve artık üşümüyor, üşümüyor bedenim. Çünkü ayaklarım söz verdi yüreğime, hissettiği çaresizliği hissettirmesin diye… Seni özlüyorum hocam, Şehadeti özlüyorum, bir Şehadet şiiri kaldı genzimde, yazamadım yazamıyorum…



“Şehadet, donuk kanlı toplumların bedenlerine zerk edilen taze bir kan gibidir.

Şehadet en büyük “Aşk”

Şehid en büyük “Aşık”tır…”



“ Ya Rabbi! İslâm binasında teri ve kanı olan bu mübarek Şehidin yolundan benimde yürümemi nasip et ” (Amin)


Sessiz gecenin ufkunda, Karanlığın kucağında

Ya bir rutubet kokan zindanda,

Ya da bir camii mihrabında,

Şehadet İsterim…



Put dolu meydanlarda yürümek için

Kan susamış çöllerde koşmak için

Bir daha, bin defa dirilmek için

Şehadet İsterim…



Ağıtlar yakılsa da yağmurla birlikte ardımdan

Cihada yürürüm savaşçılar gibi dağlardan

Hiç düşünmem geçerim yârdan, candan

Şehadet İsterim…



İster soğuk bir kurşun saplansın kalbime

İsterse de kahpe bir hançer yüreğime

Kalbimde tevhid, dudağımda nağmelerle

Şehadet İsterim…



“Aşığım sana Ya Rabbi! şu beden zindanında

Mahpusum kurtar beni, bir Şehadet çağrınla…”